TÜRK DİLİNİN TARİHİ DÖNEMLERİ
Dil tarihi uzmanları, Türk dilinin tarihî gelişimini dönemlere ayırırken metinlerle takip edilen dönemden öncesi için birbirinden az çok farklı ayrımlar ve adlandırmalar yaparlar. Bu farklılıkları bir kenara bırakarak Türk dilinin tarihî dönemlerini şöyle özetleyebiliriz:
1. Altay Dil Birliği Dönemi: Türk-Moğol dil birliği de denilen bu çağ tamamen farazi (varsayım) ve karanlıktır. Bu çağ ancak Altay dillerinin akrabalığıyla ilgili teoriyi kabul edenlerce düşünülebilir. Bu çağ, Türkçenin, Moğolcanın, Mançu-Tunguzcanın ve diğer Altay dillerinin henüz teşekkül etmeden önce ortak dil olarak (ANA ALTAYCA) yaşadıkları varsayılan bir dönemdir. Bu dönem tarihin karanlık dönemlerini içine almaktadır. Türkçenin Altay dillerinden (Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Korece, Japonca) henüz ayrılmadığı karanlık bir dönem olarak değerlendirilir.
2. En Eski Türkçe Dönemi: Türkçenin bağımsız bir dil olarak ana Altaycadan ayrıldığı dönem olarak kabul edilmektedir. Bu devreye Türk-Çuvaş dil birliği dönemi veya Proto Türkçe (Ön Türkçe) dönemi de denilmektedir. Bu dönemle ilgili kesin bir tarih söylemek mümkün değildir. Bazı değerlendirmeler bu dönemi MÖ 8000’li yıllara götürmektedir.
3. İlk Türkçe Dönemi: Metinlerle olmasa bile Türklüklerinde ittifak edilen kavimlerin veya Türk boylarının dillerini içine alan dönemdir. “hükümdar ve yer adları, yabancı kaynaklarda geçen kelime ve özel adlarla belirlenen Hun Avar, Hazar, Bulgar vb. Türk kavimlerinin dillerini yani bu Türk lehçelerini buraya sokabiliriz. Türkologlar bu dönemde Türk dilini Batı Türkçesi ve Doğu Türkçesi diye iki bölüme ayırmakta; atı Türkçesi ile bugünkü “Çuvaşça”nın temli olan Bulgar Türkçesini, Doğu Türkçesiyle de Çuvaşça dışındaki diğer tüm Türk dillerinin temelini almaktadırlar. Hun, Avar, Hazar, Bulgar dillerinin Türkçeden henüz ayrılmadığı dönem olarak gösterilir.
Türkçenin karanlık çağlarına ait dönemleri ana hatlarıyla bu şekildedir. Bundan sonraki dönemlere ait metinler, yazılı kaynaklar olduğu için dilimizin tarihî gelişimi sağlıklı bir şekilde izlenebilmektedir. Türkçenin metinlerle takip edilebilen bu dönemleri sırasıyla şöyledir:
4. Eski Türkçe Devri (7-11. yy): Türk yazı dilinin tarihi metinlerle takip edilebilen ilk dönemidir. Bu dönem Köktürk ve Uygur devresi olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bazı bilim adamları Köktürkçe ve Uygurcanın İslami tesir altında gelişen devamı olan “Karahanlı Türkçesi”ni de bu devirde göstermektedir.
5. Orta Türkçe Devri (11-16 yy):Türk milletinin devlet dini olarak İslamiyeti kabulüyle başlattığımız bir devredir. Bu devrede İslam kültür ve medeniyetiyle ilgili ilk eserler verilmeye başlanmıştır. Bu dönemin başında dil, Eski Türkçenin özelliklerini büyük ölçüde korumaktadır. Bu devir; “…Eskiden nispeten toplu bir halde bulunan ve bir yazı dil geleneğini sürdüren Türk boylarının birbirinden ayrılarak uzak bölgelerde kendi şivelerini yazı dili olarak oluşturmaya başladıkları bir çağdır. Ana yurtta kalan “halis Türkçe” ile Oğuz ve Kıpçak lehçeleri yazı dili olarak bu devirde ayrılmış ve kendi eserlerini vermeğe başlamıştır.
A. Müşterek Orta Asya Türkçesi
a) Karahanlı Türkçesi
b) Harezm Türkçesi
B. Kuzey-Doğu Türkçesi
a) Kuzey Türkçesi
b) Doğu Türkçesi
C. Batı Türkçesi
a. Eski Türkiye Türkçesi (Eski Anadolu Türkçesi)
6. Yeni Türkçe Devri (16-20.yy:)Osmanlı, Azeri, Türkmen, Çağatay, Özbek edebiyatlarının dili bu döneme girer. Orta Türkçe çağında karşımıza çıkan Türk şivelerinin edebiyatlarının bu devirde gelişerek devam ettiğini görmekteyiz. Bir başka deyişle Orta Türkçe dönemini Türk şivelerinin teşekkül ettiği dönem, Yeni Türkçe dönemini de bu şivelerle meydana getirilen edebiyatların geliştiği dönem olarak nitelendirebiliriz.
YENİ TÜRKÇE DÖNEMİ
Osmanlı Türkçesi
7. Modern Türkçe Devri (20. yy ve sonrası):İçinde yaşadığımız devrin Türk lehçe, şive ve ağızlarını içine alan dönemdir.
MODERN TÜRKÇE DÖNEMİ
Türkiye Türkçesi
1. ESKİ TÜRKÇE DÖNEMİ (7–11. yüzyıllar arası)
Türkçenin yazılı belgelerle takip edilen ilk dönemi olup 11. yüzyıla kadar olan zamanı içine alır. Türkçenin bütün dönemleri hesaba katıldığında hem ses ve biçim bilgisi hem de söz varlığı bakımından en saf ve duru dönemidir. Dilin gramer özelliklerini, tarihî gelişimini tespit için düzenli ve bol metinlerin olduğu bu dönemde bütün Türkler, Türkçenin bu ilk yazı dilini kullanmışlardır. Eski Türkçe dönemine ait metinler; Köktürk, Uygur metinleri olarak iki grupta toplanır:
a) Köktürk metinleri
Köktürklerin kendi icadı olan Köktürk alfabesiyle taşlar (bengü taşlar) üzerine yazılan metinlerdir. Bir kısmı çeşitli albüm ve dergilerde tanıtılan, bir kısmı ise henüz yayınlanmamış irili ufaklı bu metinlerin sayısı 250’den fazladır. Bengü taşların en meşhurları Kül Tigin, Bilge Kağan, Tonyukuk adına diktirilen ve Köktürk Yazıtları (Orhun Abideleri) adıyla bilinenlerdir. Metin itibariyle daha uzun ve kapsamlı olan bu yazıtlar dışında Köktürk çağına ait diğer bengü taşlar şunlardır: Çoyrın, Hoytu Tamir, Nalayha, Talas, Hangiday, İhe-Nûr, Köl İç Çor (İheHuşotu), İşbara Tamgan Tarkan (Ongin), Altun Tamgan Tarkan (İhe-Aşete), Mahan Kağan (Bugut).
Bunlardan “Çoyrın bengü taşının 687-692 yılları arasında dikildiği tahmin edilmektedir. Bu tahmin doğruysa altı satırlık bu taş, Türkçe yazılmış olan ve Köktürk harflerinin kullanılmış bulunduğu ilk metin olmaktadır.”[1] Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar dikkatlerin yeni bir malzeme üzerinde toplanmasına sebep olmuştur: Kazakistan’da Esik kurganından çıkan bakır tas üzerindeki Köktürk işaretli kısa yazının okunuşu doğrulanırsa Türk yazı dilinin belgeleri Çoyrın bengü taşından 1200 yıl kadar daha önceye gidecek demektir.
İleri bir tarihte belki yeni malzemeler ortaya çıkabilir. Ancak bugün itibariyle bu döneme ait en önemli belgeler hiç şüphesiz Köktürk Yazıtlarıdır. Bu yazıtların bulunması ve yazısının 1893’te Danimarkalı V. Thomsen tarafından çözülerek okunması, Türk dili araştırmaları için dönüm noktasıdır.
ORHUN ABİDELERİ Prof. Dr. Muharrem Ergin
Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin.
İlk Türk tarihi. Taşlar üzerine yazılmış tarih.
Türk devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması.
Devletle milletin karşılıklı vazifeleri.
Türk nizamının, Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası.
Türk askeri dehasının, Türk askerlik san’atının esasları.
Türk gururun ilahi yüksekliği
Türk feragat ve faziletinin büyük örneği.
Türk içtimai hayatının ulvi tablosu.
Türk edebiyatının ilk şaheseri.
Türk hitabet sanatının erişilmez şaheseri. Hükümdarane eda ve ihtişamla hitap tarzı.
Yalın ve keskin üslubun şaşırtıcı numunesi.
Türk milliyetçiliğinin temel kitabı.
Bir kavmi bir millet yapabilecek eser.
Asırlar içinden milli istikameti aydınlatan ışık.
Türk dilinin mübarek kaynağı.
Türk yazı dilinin ilk, fakat harikulade işlek örneği.
Türk yazı dilinin başlangıcını miladın ilk asırlarına çıkartan delil.
Türk ordusunun kuruluşunu en az 1250 sene öteye götüren vesika.
Türklüğün en büyük iftihar vesilesi olan eser.
İnsanlık âleminin sosyal muhteva bakımından en mânalı mezar taşları.
Dünyanın bugün belki de en büyük meselesi olan çin hakkında 1250 sene evvelki Türk ikazı vs.
Orhun Abidelerini vasıflandırmak isteyince, insanın zihninde işte bu gibi ifadeler sıralanmaktadır.
Orhun Abidelerinin bulunuşu insanlığın en büyük keşiflerinden biridir. Orhun (Göktürk) harfleri ile yazılı kitabelerden daha 12. asırda tarihçi Cüveynî Tarih-i Cihanküşa’sında bahsetmişti, ayrıca Çin kaynakları da çok eskiden bu abidelerin dikildiğini bildirmekteydi. Fakat 18 ve 19. asırlara kadar Orhun harfli yazılar ve abideler ilim âleminin meçhulü olarak kalmıştı. Önce Kırgızlara ait mezar taşlarından ibaret bulunan ve tek tük kelimelerle isimleri ihtiva eden Yenisey kitabeleri bulunmuştur. İlk defa nebatatçı Daniel Gottlieb Messerschmidt, kılavuzluğunu yapan Philipp Johan von Tabbert (Strahlenberg) ile birlikte 1721 yılında Yenisey vadisinde bu yazı ile yazılı bir taşı tespit etmiştir. Fakat Orhun harfli kitabelerin yolunu açan ve bu hususta ilim âleminin dikkatini çeken Philipp Johan von Tabbert (Strahlenberg) olmuştur. 1709’da Poltava muharebesinde esir düşen İsveçli subayı Ruslar Sibirya’ya sürmüşlerdir. Sürgünde 13 sene kalan ve Daniel Gottlieb Messerschmidt’e kılavuzluk ederek serbestçe gezip dolaştığı yerlerde incelemelerde bulunan Strahlenberg 1722’de vatanına döndükten sonra 1930’da araştırmalarının neticesini yayınlamış ve bu arada eserinde meçhul Yenisey kitabelerinden bahsederek bazılarını yayınlamıştır. Bu yayın derhal ilim âleminin dikkatini çekmiş ve Orhun Abidelerinden bir iki asır öncesine ait bulunan Yenisey kitabeleri arka arkaya bulunmaya başlamıştır. Nihayet 1889’da Rus bilgini Yadrintsev, sonradan Kül Tigin ve Bilge Kağan abideleri olduğu anlaşılan Orhun Kitabelerini bulmuş, bunun üzerine 1890’da Heikel’in başkanlığında, bir Fin, 1891’de de Radloff’un başkanlığında bir Rus ilmi sefer heyeti mahalline gönderilmiştir. Her iki sefer heyeti de abideleri yakından tetkik etmiş ve fotoğraflarını alarak dönmüştür. Fin heyeti getirdiği mükemmel fotoğrafları Avrupa ilim merkezlerine dağıtmış, öte yandan hem Fin heyeti hem de Radloff getirdikleri malzemenin fotoğraflarını büyük atlaslar halinde neşretmişlerdir. Bu atlas yayınları ile abidelerin okunması çalışmaları hızlanmış ve daha başka yazıları da çözmüş bulunan Danimarkalı büyük alim Vilhelm Thomsen, kısa bir zaman sonra, 1893’te Orhun yazısını çözmeye muvaffak olmuştur. Önce abidelerde çok geçen tengri, Türk, Kül Tigin kelimelerini çözen Thomsen, sonra bütün abideleri okumuş ve böylece Türk milletinin ebedi minnettarlığına mazhar olmuştur.
Artık bu çözümden sonra bir yandan Thomsen, bir yandan Radloff abidelerin metni ve tercümeleri üzerinde adeta yarışa girmişler, bunu diğer alimler takip etmiş ve zamanımıza kadar bu büyük Türk abideleri elden düşmemiştir.
Amerika’dan Japonya’ya kadar Avrupa’da ve medeni alemde hemen hemen her dilde bu abideler üzerinde araştırmalar yapılmış, 6 tanesi büyük olan Orhun harfli yeni kitabeler ve metinler bulunmuş, neşirler birbirini kovalamıştır. Son olarak genç Türk alimi Talat Tekin Amerika’da Orhun Türkçesinin mükemmel bir gramerini ve kitabelerin yeni bir neşrini yapmıştır.
Bugün, Orhun kitabeleri üzerinde yapılan araştırmaların adları bile bir kitap teşkil eder.
Türk çocukları 1276 yıl evvelki Türkçeyi bu metinlerden takip edebileceklerdir.
Uygurlar
Doğu Türkistan Orta Asya'nın orta bölümünde yer alan Türkistan'ın doğu kesimidir.
Doğu'da Çin ve Moğolistan, kuzeyde Batı Türkistan, batıda Batı Türkistan ile Afganistan, güneyde Keşmir ve Tibet ile çevrilmektedir. Doğu Türkistan'ın büyük bölümü Karakoram, Tanrı Dağları, Tarbagatay ve Altay sıradağları ve Taklamakan Çölü ile kaplıdır. Bu bölgede büyük ölçüde 8 milyon Uygurlar, bir Müslüman Türkçe konuşan insanlar yaşar.[1]
Ortaçağ'da Orta Asya'da ileri bir uygarlık kuran Uygurlar, önceleri Kuzey Moğolistan'da yaşıyorlardı. Hun İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra Göktürklerin buyruğu altına girdiler. Sonra onlara karşı ayaklanarak bağımsız bir devlet kurdular (740). Diğer Türk boylarım da buyrukları altına alarak güçlendiler. Yüz yıl kadar Moğolistan'a egemen olan Uygurlar, Çinlilerle de ilişki kurdular.
IX. yüzyılın ortalarında Kırgızlarla Tibetlilerin saldırısına uğrayarak yıkılan Uygur Devleti ortadan kalkınca Uygurlar batıya göçtüler (840) ve dağınık küçük devletler kurdular. Sonunda bütün Uygurlar Cengiz Han zamanında Moğol egemenliğine bağlandılar. Böylece son Uygur Devleti de XIII. yy.ın başında ortadan kalktı (1212).
O zamandan beri bir daha bağımsız olamayan Uygurlar, bugün Çin'in kuzeybatısında Sinkiang eyaletinde Çin egemenliği altında yaşamaktadır.
Uygur Uygarlığı
Uygurlar sanat, yapı ve yönetim işlerinde ileriydiler. Bu alanlarda öteki Türk boylarına öncü olmuşlardı. Doğu Türkistan'da yapılan kazılarda bulunan eserler, Uygur sanat ve edebiyatının yüksek bir düzeye ulaştığını gösteren tanıtlardır. Uygurlar 14 harfli bir alfabe kullanırlardı. Bugünkü Moğol ve Mançu alfabeleri Uygur alfabesinden alınmadır. Gene bu kazılarda bulunan tahta harfler Uygurların VIII. yüzyılda kitap bastıklarını göstermektedir.
Uygurlar Buda dinine bağlıydılar. Mani dininden olanları da vardı. Uygurca yazıların çoğu bu dinlerle ilgilidir. Ama Müslümanlık Uygurlar arasında yayıldıktan sonra içlerinde bu dine bağlı bilim adamları da yetişti. Uygur fikir adamları Arapça ve Hintçe'den çeviriler yaptılar. Uygurlardan kalan en önemli eser Yusuf Has Hacip'in Kutadgu Bilig'idir.
b) Uygur metinleri
Köktürk devleti yıkıldıktan sonra tarih sahnesinde Uygurları görürüz. Yeni bir din arayışıyla Budizm’i benimseyen Uygurlar, Uygur yazısı ve Mani, Brahmi yazılarıyla taş ve kâğıt üzerine yazılmış çeşitli metinlerle kütük basması eserler bırakmışlardır. Doğu Türkistan’daki kazılarda ortaya çıkarılan yüzlerce sandık eserin çoğu, dinî nitelikli olmakla beraber aralarında tıp, falcılık, astronomi ve şiirle ilgili olanlar da vardır. En önemlileri şunlardır:
Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın): Çinceden çevrilen Sekiz Yükmek’te Burkancılığa ait dinî-ahlâkî inanışlar ve bazı pratik bilgiler vardır. Uygurlar arasında çok yayılan bu eser; kısa cümleleriyle, içten anlatımı ve zengin söz varlığıyla dikkati çeker.
Altun Yaruk (Altın Işık): Sıngku Seli Tutung tarafından Çinceden Uygurcaya çevrilen en hacimli sudurdur. Burkancılığın temellerini, felsefesini ve Buda’nın menkıbelerini içerir. Bunlardan en meşhurları Şehzade ile Aç Pars Hikâyesi (Açlıktan ölmek üzere olan parsı kurtarmak için kendini feda eden şehzadenin hikâyesi), Dantipali Beğ hikâyesi (Maiyetindeki geyikleri kurtarmak için kendini feda eden geyikler beğini Dantipali Beğ öldürür ve korkunç alevler de Dantipali Beğ’i yutar.) ve Çaştani Beğ hikâyesi (Ülkesindeki insanlara hastalık ve bela getiren şeytanlarla Çaştani Beğ’in mücadelesi)dir.
Irk Bitig (Fal Kitabı): Köktürk yazısıyla yazılmış bir fal kitabıdır. Her biri ayrı fal olarak yazılan 65 paragraftan oluşur. Çeşitli inanışlar ve masal unsurlarının bulunduğu kitapta günlük dile ait pek çok kelime de vardır.
Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi (İyi Düşünceli Şehzade ile Kötü Düşünceli Şehzade): Burkancılığa ait bir menkıbenin hikâyesidir: İyi düşünceli şehzadenin bütün canlılara yardım etmek ve canlıların birbirlerini öldürmelerini engellemek için bir mücevheri elde etmek üzere yaptığı maceralı yolculuk anlatılır.
Bilim dili olarak ise Türkçe 9. yüzyılda Uygur döneminden itibaren gelişmeye başlamıştır. Uygar bir Türk toplumu olan Uygurlar pek çok bilim dalında eserler ortaya koymuşlar, kendi dillerine eserler çevirmişlerdir. Tıptan hukuka, sağlık bilimlerinden iktisada kadar pek çok konuda eser ortaya koymuşlar ve bu eserlerde Uygur Türkçesiyle türettikleri terimleri kullanmışlardır. Türkçenin bilim dili olarak tarihin derinliklerine uzandığını görmekteyiz.