28 Mart 2021 Pazar

 Gününüz güzel

Sağlığınızın yerinde olması dilerim
güne güzel başlamak için güzel sözler duymak ister insan
Gecenin bir yarısı bir dostun aklına gelip sana mesaj çekiyorsa seni uyandırıcak kadar önemli olan mesaj nedir diye merak edersin aklına acaba kime ne oldu diye endişe edersin
baktım uykulu gözlerle değer verdiği bir insanı hatırlamak istemiş günün önemini hayırlı dualar ve temennilerle devam eden bir mesaj okurken beynimin içinde dönenler
Şafak yıldızı gökyüzünün zifiri karanlığında son ışık dansını oynuyor
Güneş yeryüzünün her bir noktasından diğerini atlayıp durdukça rüyalarıma giriyor
hayallerimi bir bir yıkıp geçiyor
Hangi yolculuğa çıktım neredeyim?
Hangi alemdeyim başım dumanlı bir sis perdesinin arkasındayım
Yorgun argın uykuda mı Aresde mi neredeyim bilmiyorum
Nehirlerin suları gibi aşkını akıtsın ummanın derinliklerin içine
diye sesleniyor uzaklardan birisi hayal meyal görüntüsünü görüyorum
Bir peri kızı giriyor rüyama bembeyaz kar tanelerinin yıldızları var üzerinde
Gökyüzün mavisine karışmış kanatları
elleri kartalın pençesine dönmüş kıskıvrak yakalıyor vücudumu
penceleri arasında hapis olmuş oysa ben çoktan ruhumu teslim etmişim ilahi ruha
oysa bu ruhu yaratan bir varlık var göremediğimiz ama hissettiğimiz
yıldızların dansettiği karanlıkların efendisi
Doğan güneşin sıcaklığını hissedin ısıtıyorum diyen gündüzleri efendisi
Kalbinde ne zaman hissedersen doğruyu güzeli
Dudaklarında acı küçük bir öpücük yangını hissediyorsan
Çok uzun bir yolculuk için seni davet ediyor
Verdiği emanetini ruhunu geri istiyor
Yelkenleri beyaz Atlas dan bir gemi seni meçhule götürecek
Seni yaratan elbet sana verdiği ruhun hesabını soracak
Beraatini isteyen bir mahkum gibi el pençe duracaksın
Sana unutma bir gün yaptıklarından dolayı hesaba çekileceksin
Kimin oyuncaklarını kesip kırpıp yıldız yapıp yapmadığını anlayacaksınız
Malda yalan mülk de yalan diye fetva verenler bir lokma ekmek bir hırka tavsiye edenler
Talan etmiş altını üstüne getirmişler yaratanın yarattıklarını
yaratılan varlığın yarattıklarını sevmemiş hor görmüşsün yaptıklarınla övünürsün
Verdiklerimin hepsi zaten benim ben verdim sana diyor yaradan
Sen kıymetini bilmedin en güzel şeyi unuttun
Barışı sevgiyi insanlara sana verdiğim ruhun güzelliğini bile paylaşmadın
Ayrımcılık yaptın yetimin hakkını göz etmedin
dağ taş, nehir, göl, deniz tüm yaptıklarımı yakıp yıktın
kendine yakın olanı senden uzak olana tercih edip ayrımcılık yaptın
Hangi yolculuğa çıktın?
hatırla gözler verdim sana gör diye kulaklar verdim duy diye
Şimdi karşıma gelmiş diyorsun ki
Beraatimi istiyorum
ben seni çok zikrettim mevlutlar okuttum ,kandiller yaktım diyorsun
beraat edeyim diye kutsal günler icat ettim hutbeler okuttum
Camiler, mescitler,medreseler yaptım
Köprüler yollar hanlar hamamlar (AVM) yaptım
hayır hasanet yaptım diyeceksin
bir askerini bir yetimi koruyamayan
anaların gözyaşını dindiremeyen
fakir fukarayı hor gören
adalet ve hukuku hiçe sayan
Bu günü kutsallaştırıp benim ilahi adaletimi istiyorsun
Benim sana gönderdiğim kitabı Kuranı okudun mu
Beraat isteyen tüm insanlara sesleniyor yüce kitabı Kuran da
insanları doğayı yarattığım tüm varlıkları sevecek koruyacaksın diyor
kardeşlerim dostlarım bu gün çokça duyacaksınız herkes birbirini kutlayacak
kimileri gönülden kimileri ritüel gelenek haline geldiği için
yüzlerinde gülümse olan bir maske takacak
oysa yaratılan günlerin birbirinden farkı yok
insanların sevgi barış içinde dost ve kardeşçe özgürce yaşadığı
Doğaya ve diğer canlılara saygı duyduğu bir dünyada yaşamayı istiyorum
Günleriniz geceleriniz sağlık ve mutluluk içinde geçmesini dilerim💐🛸🌄🏞️🕊️💞🤗
Necdet KONYA

 ABU DAYI MUZAFFER

KÖRÜKÇÜ SÜLEYMAN
Bu haftaki pazar yazım geçmişin anılarından
Dün akşam sosyal medya da üzüntülü bir haber okudum aldı götürdü beni eskilere çocukluğuma doğru bir yolculuk yaptım
1955 ile 1980 li yıllara kadar çocukluğumun geçtiği Tanrının güzel yarattığı yerlerden biri olan Bulancak’da eski mahallemde yaşadığım mahallenin ve bizim evlerimiz
sahil yolu geçmeden yaşadığımız ilk ev Fatma yengemim (Konya) nın taş dan yapılmış ortadan yüksek merdivenle çıkılan tek katlı evi idi merdivenin sol tarafında mutfak ve oturma odası vardı mutfağın arka tarafında bir yatak odası merdiven sağ tarafında bir oda arkasında bir oda vardı odaların hepsi tahtadan yapılmış aralarında tuvalet banyo vardı benden sonra doğan kız kardeşim arka oda da 8 aylıkken kimine göre zehirli ishal kimine göre menenjit den hayatını kaybetmişti benim anladığım sıvı kaybından dolayı olduğu Annemim gözyaşlarının dinmediği acılı yıllarımız
2nci evimiz Dede evinin bitişiğinde betonerme iki katlı evimizin altı katı mahallemizdeki çoğu evi bahçe içine yapılmış 2 katlı taş evlerdi mübadele yılında Yunanistan'a giden Rumların bıraktıkları evlere Selanik ve balkanlardan gelen Türkler yerleşmişti
Ağaç dan yapılma konak tarzı 2 katlı evlerde Türklerin yapmış olduğu evler vardı dedem mobilya ustalığı yaparak bahsettiğim evin arsasını satın alıp üzerine 2 katlı betonerme ev yapmış o mahallede gelen göçmenler ile birbirlerine karışmışlar güzel dostluklar ve komşuluklar oluşmuş
yeni bir hayat başlatmışlar dedelerimiz Cumhuriyetin kuruluşundan sonra 1970 li yıllara kadar bahsettiğim evler çoğu duruyordu beton kafalı mütehaitterin ilk adımları Bulancak içinde sinsi yoluna devam ediyordu Betonlaşmanın çoğalmadığı yıllarda çocukluğumuzu doyasıya yaşadık belki fakirdik yoksulduk tüm Türkiye gibi savaştan çıkmış bir ülke yaralarını sarıyordu televizyonumuz yok elektriğimiz mazotla çalışan jeneratörlerden kısıtlı şekilde sağlanıyor yollarımız asfalt değildi ama Bulancağın içi Arnavut kaldırım taşları ile döşeli idi çok şükür sularımız tertemiz akıyordu ağzımız dayayıp kana suyumuzu içerdik
Dedemin evinin hemen önümüzde fırıncı Ragıp dayının evi vardı oğlu gıdı Zeynel,rahmetli kızı Melahat hocam ,Nebahat abla onun yanında gazoz hane vardı çino lakaplı hasan mağdala ile kulağı işitmeyen gazeteci yazar inci zere nin rahmeti babası Hasan vardı mekanları cennet olsun çok gazozunu içtim hakkını helal etsin onun önünde Türüdü lerin ahşap köşkü onun önünde Totocu Ali kaya’nin evi onun önünde Erkan ve Şinasi Kaya nın baba evi vardı onun karşısında şimdi ziraat bankasının olduğu yerde karaibrahimlerin iki katlı binası yanında karamanların hacı amcanın iki katlı bahçe içinde taş evi onun bitişiğinde İsmail hikmet kahramanın babası Vehbi amcamın evi onun yanında Raşid Yüksel amcanın bahçeli içinde kuyusu olan evi vardı bizim yanımızda Alaettin Kıroğlunun iki hatlı evi vardı üst katında rahmetli Nebahat abla oğulları savaş ve Osman kızı Nergis alt katında muhasebeci Hakkı amca oğlu Süha kızı Mihriban güzel komşuluk ve güzel anılarımız vardı o yıllarda Rahmetli Nebahat abla Bulancağın nadide bir hanfendisi idi güzelliği ve zerafeti ile farklı idi mekanı cennet olsun o yıllarda yaşadığımız üzüntülü bir olay vardı onuda sırası gelince anlatırım kim haklı kim haksız veya o yıllarda değil de bu yıllarda olsa idi veya Avrupa ülkesinde bir yerde olsa idi nasıl olurdu diye hep düşünmüşümdür geçmiş zaman neyse anlatmaya devam edelim evimizin karşısında sinemacı Şemsi Emecan Bulancak da ilk sinema işleten onun denize bakan tarafında iki katlı kata Mustafa diye aklımda kalmış ahşap dan yapılma uzun trabzanlı bir balkonu olan tıpkı kovboy filimlerindeki kasaba ki evleri gibi biz ona teneke evler adını takmıştık oğulları Ahmet Bulancak sporda kalecilik yapmış Amerika ya ilk gidenler den oldu
Raşit amcanın evinin bitişiğinde Sıçan İbrahim evi vardı helvacı Dursun Dayının bitişiğinde Ayı Dursunların evi onun karşısında bahçe içinde olan şimdi son olarak bu gün vefat haberini aldığım Abu Dayı Muzaffer lakaplı Bayram Kaya onların evi vardı Şemsi Emecan evinin yanı bahçe içerisinde 2 katlı güzel bir evdi
bu gün onun Abu dayı Muzaffer in vefat haberini aldım komşumuz çocukluk arkadaşlarından
Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun o güzelim mahallede tek kalan Helvacı dursun dayının altı dükkan üstü ev olan 2 katlı yarı ahşap evi oldu gerisi hepsi betonlaştı beton bloklara dönüştü
..... İsmail Hikmet kardeşim bahsedince biraz ayrıntıya girdim mahallemizin eski günlerini hatırlatalım diye
Abu dayıların evin önünde ki sokak arkasında bu gün PTT olan yerin yanında Ömer Karataş’ın evi vardı büyük bir çayır içinde olan onun evinin yanı yöresi hep tarla idi o tarlanın içinde bir biz tam deriz kulübe vardı tahran yapılmış üstü hartama kaplı içinde tahta kanatlar üzerine deriden yapılmış körük vazifesi gören tulumlar konmuş kanatlar her hareket ettiğinde seri körük vazifesi gören tulum içine dolan hava odun kömürü ateşinin yandığı mangal ocağının içinde harlı ateş de erime kıvamına gelen demirden orak, balta, bıçak, nal ve tırpan yapardı körükçü amca derdik kendine kaslı yarı çıplak vucudunun üzerinde deriden yapılma bir önlük vardı ateşin ısısından dövdüğü demirden çıkan kıvılcımdan korumak için güneş ışığının vucuduna vurduğu ışık ile ateşin yarattığı gölgelerle bize bir ejderha savaşçısı gibi gözükür
zamanla alıştık bu görüntüye
Körük kulübesinin hemen sağ tarafında kulübeye bitişik incir ağacı vardı sağ başında elma ağaçı vardı bir kaç tane dut ağaçı vardı incir ağaçına çıkar dalından incir yerdik sonra elma ağaçından kopardığımız elmaları ceplerimize doldurur hem yer hem de körükçü Süleyman amcayı seyrederdik
ilk mahallemden düdükçü Aziz in oğlu Yüksel, Nadir ablanın oğlu Bekir kardeşi Fatma ,Osman ustanın oğlu Halit, Salim Kızı hülya Ziraatçinin oğlu Necdet kasap İsmail in oğlu Salih ilk aklıma gelenler ve diğer çocuklar..
Körükçü Süleyman usta bize hikayeler anlatırdı işi bitirip soluklandığı zaman Şimdi onun hikayesini anlatacağım
Bir gün derdi adımı Süleymanlarla karıştırmışlar çalıştığım yer İstanbul da 1571 ilk kurulan tersane ile ilgili günümüzde haliç, taşkızak tersanesi diye anılan tersanenin havuz kapaklarının açılıp kapanması için büyük bağlantı menteşelerini yaptığımız körükler de demirden yapıyordum zamanla kapaklar hidrolik sisteme geçtiğinde emekli oldum köyüme döndüm
Gördüğünüz bu kulübe içinde en iyi bildiğim işi yapıyorum
Çalıştığım yıllarda insanlar benim adımı sıkça karıştırır senin de bir efsanene varmı takılırlardı işte size Süleymanların hikayesini anlatacağım dediğinde dizinin dibine oturur onu dinlerdik
bu hikayede adı geçenler halk arasında Peygamber Süleyman ile Kanuni Sultan Süleyman, tarihleri ve efsaneleri ile birbirlerine karışmış; Peygamber Süleyman, Muhteşem Süleyman’la bütünleşmiştir.
Bu bütünleşmenin en güzel misali de aşağıdaki dörtlükte açıkça görülmektedir.
benimle körükçü süleymanlarla bir ilgisi yok ama insanlara anlatamıyorum
Bir zamanlar ben de Süleyman idim
Ateşe ve suya hükmeder idim
Sanmayın Sultan Süleyman idim
Tersanede körükçü Süleyman idim.
“Ateşe ve suya hükmeder idim” derken Peygamber Süleyman’ı, “Sanmayın Sultan Süleyman idim” derken de Kanuni Sultan Süleyman’ı kastetmiyorum
Süleyman peygamberden söz ediyorum
Bu, ateşe, suya ve hayvanlara hükmetme gücü, Allah’ın Süleyman Peygamber’e bahşettiği manevî kuvvetin timsali sayılan Mühr-i Süleyman denilen altı köşeli yıldızdan geliyordu. Hatta efsaneye göre Süleyman Peygamber bir gün yıkanırken yüzüğünü çaldırır.
Bu yüzüğü çalan, Süleyman’ın yerine 40 yıl saltanat sürer.
Ancak o da mührü denize düşürünce saltanatı sona erer.
Süleyman Peygamber yüzüğü yutan balığın karnını yararak yüzüğü bulup parmağına takar ve saltanatına yeniden kavuşur.
Bu bir efsane çocuklar efsaneden anlaşıldığı gibi Mühr-i Süleyman aynı zamanda güç, iktidar ve saltanatın da sembolü oluyordu. Zira Hz. Süleyman aynı zamanda hükümdardı.
Halk arasında Süleyman Peygamber ile ilgili pek çok darb-ı mesel söylenmiş olup en meşhuru Mühür’ün gücü ile ilgili olanıdır. “Mühür kimde ise Süleyman odur.”lafı buradan gelir çocuklar
İşte Türkler buraya kadar izahına çalıştığım sebeplerledir ki “Mühr-i Süleyman”ı benimsemişlerdir.
Mühr-i Süleyman’a Süleyman Peygamber’in babası olan Hz. Davut’tan dolayı “Davut yıldızı” da denilmektedir.
Türkler bu altı köşeli yıldızı kullanırken, onunla Süleyman Peygamber’in hatırasını yaşatmaktan başka, yapıldığı ve kullanıldığı yere göre de değişik özelliklerinden faydalanmışlardır. O sebepledir ki Mühr-i Süleyman kimi yerde manevî güç, kimi yerde devamlılık, kimi yerde maddî iktidar ve bazen de gizli güçler düşünülerek yapılmıştır.
Bu kutsal şekil iki eşkenar üçgenin taban ve tavan münasebeti ile meydana gelmiştir. Adına muska dediğimiz, tılsım ve takı olarak Anadolu’da yıllarca kullanılmıştır
işte böyle çocuklar bende gördüğünüz gibi körüğümün üflediği mangaldaki ateşin içinde kor haline gelen demiri bu kocaman örsün üzerinde çekicimle her üzerine vurduğum da çıkan ateş parçalarını Süleyman peygamberin yıldızına benzetirim ateşin karşısında döktüğüm ter sarfettiğim güç emeğimin teridir
yarın hepiniz okulunuza gideceksiniz öğretmenlerinizi can kulağı ile dinleyip benim size anlattıklarımı unutmayın
işinizi emeğiniz alın teri ile kazanıp vicdanlı olun
memleketinize hayırlı işler yapan büyük insanlar olun
körükçü Süleyman’nın dedikleri kulağınıza küpe olsun der
kanuni Sultan Süleyman ve Süleyman peygamber gibi adı sanı ile anılacak insanlardan olun dediğinde bize anlatacağı öykünün sonuna geldiğini anlardık
Her zaman böyle sessiz ve sakin olmazdı körükçü Süleyman amca
At Nalı yaparken o kadar çok kendini işine verir
O zaman yanına yaklaşmazdık işini bitirdikten sonra bize derdi ki
Bakın şu zavallı hayvana ağzı var dili yok fındık çuvalını, odunu, kereste, ev eşyasını sırtına yükler dere tepe süreriz
İniş yokuş demez daracık patika yollardan taşlı çamur çorak yerlerden geçer Gıkı çıkmaz yediği bir ot bazen onu bile çok görür homurdanırız
Benim gösterdiğim özen Nal'ın At'ın ayaklarına tam oturması için
Tam oturmadı mı Nal toynak dan dışarı çıkar çivisi atağına batar
Sessizce gözyaşı döker anlayamazsın
Vicdanlı olan atının gözyaşını görür bana gelir
Vicdansız olan ancak at yerden kalkamadığında farkına varır atın canın yandığında değil
İşinin görülmediği için kızan sahibi hiç acımadan çeker vurur
Siz siz olun çocuklar hayvanlara eziyet edenleri dost edinmeyin hayvanları koruyun
“Ey gidi günler ey “eskiden güzel insanlar vardı özü sözü bir olan körükçü Süleyman amca da bunlardan biri idi
Nurlar içinde olsunlar ebedi yaşamlarında biraz hikaye çoğu gerçek çocukluk anılarından bu pazar günü de bu kadar sağlıklı ve mutlu günlerde görüşmek üzere hoşça kalın..
Necdet KONYA