20 Ağustos 2018 Pazartesi


BU ÜLKENİN NASIL KURTULDUĞUNU ÖĞRENMEK İSTEMEYENLER 
DÜNYANIN BEĞENİSİNİKAZANMIŞ BİR BEYİN VE BİR MANİPLE CİHAZI İLE  UYKUSUZ GECEN GECELERİNİ BİLSELER
ÖZGÜR VE HÜR BİR ÜLKE OLARAK EZAN SESLERİ ALTINDA KURBANINI KESİP İBADETİNİ YAPTIĞI BU ÜLKENİN KURTARICILARINA SÖYLEDİKLERİNDEN UTANIRLAR!! 

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN 


Bu gün bayram diye güzel bir yazı yazacaktım eş dost hısım akraba ziyaret edebildiğimiz ediyoruz edemediklerimize de eski günlerde yazdığım bayram tebrik kartları aklıma gelmişti ne zaman sosyal medya da çok sevdiğim müzik hocamıza ülkemiz de yaşamayan Türkler den birisi seviyesiz ce cümleler kullanmış o insanın profiline girdim Atatürk,ismet inönü,ecevit,süleyman demirel hepsi Osmanlıyı yıkan dış güclerin mason ajanları olduğunu ifade ediyor daha neler neler ne diyeceksin böylelerine sadece şunu söylemek istiyorum o şahıslar kimi Hollanda da,Kimi İsveç de,Belçika da,Almanya da modern çağın bütün nimetlerini kullanıp en yeni teknolojinin ürünlerinden faydalanıp Bu ülkeyi o yaşadığı ülkelerin istilasından kurtaran Mustafa kemal ATATÜRK ‘ün Telgrafhane de iki de bir kopan telgraf direklerine çıkıp  canı pahasına onaran insanların özgür ve hür bir ülkeye kavuşturmak için günlerce aylarca 1835byılında samuel MORS isimli bilim adamının icat ettiği bir maniple cihazına mors alfebesine ait harflerin tıklayarak karşı tarafa yazılı metinleri saatlerce göndermek için çırpınan son osmanlı padişahları ve İstanbul meclisi ile telgrafları bir okumuş olsalar belki söylediklerinden utanırlar derim ama bunlar da yüz kalmamış ki utansınlar yazıklar olsun böylelerine
Aklıma Rahmetli Talip APAYDIN'IN 1967 yılında yayımlanan ''Karanlığın Kuvveti'' adli kitabında yer alan anısı aklıma geldi eğer sıkılmazsanız gerçekleri görmek isteyenler sonuna kadar okumalarınız tavsiye ederim

 

Talip APAYDIN'IN 1967 yılında yayımlanan ''Karanlığın Kuvveti'' adli kitabında yer alan anısı:
Kurban bayramı tam kışın ortasına rastlıyordu.
O günler bir soğuktu, bir soğuktu...
Kar, fırtına, tipi... Eskişehir ortalarında papaz harmanı savruluyordu. Göz gözü görmüyordu dışarılarda.
Sular donmuştu hep.
Seydi Suyu iri buz parçaları akıtıyordu.
Santral kanalı kapandığından, elektriklerimiz kaç gündür doğru dürüst yanmıyordu.
Akşam seminerlerinde kitap okuyamıyorduk, ders çalışamıyorduk.
Lambalar ikide bir usulca sönüveriyordu.
Dersliklerimizde pelerinlerimizle oturuyorduk da, gene de ısınamıyorduk.
Musluklarımızdan su akmıyordu. Ellerimizi yüzlerimizi yıkamak için dere kıyısına gidiyorduk. İçme suyumuz yoktu.
Üç gün bayram iznimiz vardı, ama bu soğukta nereye gidecektik? Köyü yakın olan öğrenciler gitti ancak.
Bayram sabahı kampana çaldı. Dışarıda toplanılacak dediler.
Başımızı gözümüzü sararak, büzülerek çıktık.
Müdürümüz Rauf İnan merdivende bizi bekliyordu.
Üstünde palto bile yoktu. Ellerini arkasına bağlamıştı.
Boz urbaları içinde, yağsız çehresiyle bir heykel gibiydi.
Savrulan karlardan gözlerini kırpıştırıyordu.
O halini görünce usulca pelerinlerimizin yakalarını indirdik.
Ellerimizi cebimizden çıkardık.
"Arkadaşlar !" diye başladı. Bir canlıydı sesi, bir heybetliydi.
Önce yılgınlık psikolojisinin zararlarını anlattı.
Korkan insanın muhakkak yenileceğini ve korktuğuna uğrayacağını söyledi.
Bu hava soğuk evet, fakat siz isterseniz üşümezsiniz, dedi..
Olduğumuz yerde birkaç kez sıçramamızı ve kuvvetli tepinmemizi istedi.
Dediğini yaptık. Birden ısınmıştık sanki. Hoşumuza gitmişti.
Bugün bayram, dedi. Şimdi birbirimizi tebrik edeceğiz.
Sonra yapacağımız iki iş var:
Ya tekrar içeri girip sıralarda büzülmek, mıymıntı mıymıntı oturmak, bu üç günü böyle faydasız, hatta zararlı geçirmek, can sıkıntısından patlamak.
Boşuna içlenmek. Üstelik üşümek.
Yahut da kazmayı, küreği alıp, santral kanalını temizlemeye gitmek.
Emin olun gidenler, kalanlar kadar üşümeyecektir.
Çünkü inanarak çalışan insan ne soğukta üşür, ne sıcakta yanar.
O; yücelten, dirilten, kuvvetli kılan bir heyecan içinde her türlü güçlüğün üstüne çıkmıştır...
Onu hiçbir karşı kuvvet yolundan alıkoyamaz.
Yeter ki bir insan yaptığı işin gereğine inansın.
"Ben şimdi kazmamı küreğimi alıp kanala gidiyorum" dedi.
Çünkü kanal açılınca elektriklerimiz yanacak.
Elektrik yanınca okulun işleri yoluna girecek. Kitap okuyabileceksiniz, ders çalışabileceksiniz.
Sularınız akacak, yıkanabileceksiniz.
Size şunu söylüyorum, "bizim asıl bayramımız,
yurdumuz bu gerilikten, bu karanlıktan kurtulduğu gün başlayacaktır."
Şimdilik bize düşen milletçe çalışmak, çok çalışmaktır.
Parolamız şu olmalıdır:
"Bayramlarda çalışırız bayramlar için".
Ben gidiyorum. Gelmek isteyenler gelsin.
Heyecanlanmıştık, üşümemiz geçmişti.
Hepimiz geleceğiz! diye bağırmıştık.
Bayramda çalışırız bayramlar için!
Bayramda çalışırız bayramlar için!
Altı yüz kişi böyle bağırdık.
Sonra da kazma kürekleri koyduğumuz işliğe doğru bir koşuşma başladı.
İnsanların böyle canlanması, bir amaca doğru saldırması belki sadece savaşlarda görülür..
Santral havuzundan başlayarak onar metre arayla su kanalına dizildik.
Çıplak Hamidiye Ovası ayaz. Kırıkkız Dağı'ndan doğru zehir gibi bir rüzgâr esiyor.
Pelerinlerimizin etekleri uçuşuyor.
Kazmayı vurdukça yüzlerimize buz parçaları fırlıyor.
Bazı yerlerde kar her yeri doldurmuş, kanal dümdüz olmuş.
Nereyi kazacağız belli değil.
Müdürümüz, öğretmenlerimiz başımızda dört dönüyorlar.
Bir o yana koşuyorlar, bir bu yana.
Öyle çalışıyoruz ki, boyunlarımızdan buğu çıkıyor.
Bazen adam boyunda buz parçalarını elleyip çıkarıyoruz kıyıya.
Kimisi bağırıyor, kimisi kazmalara tempo tutuyor. Bir gürültü gidiyor kanal boyunca.
Yeşilyurt köylüleri evlerinin önüne çıkmış, bize bakıyorlar..
Böyle çalışmamıza alışkınlar ama bayram günü, bu soğukta nasıl donmadığımıza şaşıyorlar.
Yeşilyurtlu arkadaşımız Azmi, köyü yakın olduğu için izinli ya!
Bize evlerden bazlama ekmek taşıyor. Köylü ekmeğini özlemişiz, aramızda kapışıyoruz.
Yukarılardan, aşağılardan ikide bir sesler yükseliyor:
Bayramda çalışırız bayramlar için!
Koca ova çınlıyor. Taa uzaktan Hamidiye'nin, Mesudiye'nin köpekleri ürüyorlar.
Bu kış günü böyle seslere anlam veremiyorlar herhalde.
Ayaz ovanın ıssızlığı yırtılıyor.
O gün o kanalın yarı yerini açtık.
Bir buçuk metre derinliğinde, uzun, derin bir çukur karları yara yara gitti.
Ertesi gün taa bende kadar tamamladık. Sonra merasimle suyu saldık.
Nazlı bir gelin getirir gibi önünden ardından yürüyerek, türküler marşlar söyleyerek getirdik
ve geç zamanda, santral havuzuna döndük,
sonra bir baktık, okulumuzun balkonuna asılı olan "Ç K E" (Çifteler Köyü Enstitüsü ) tabelası ışıl ışıl yandı...
O zamanki sevincimizi nasıl anlatmalı? Üşümüş ellerimiz alkıştan ısındı.
"Yaşa var ol" seslerimiz ufukları kapattı.
Dünyanın en içten gelen, en coşkun bayramı oldu belki.
Hiç unutmam bir arkadaşımız kendi ellerini öpüyordu.
"Aferin ulan eller, diyordu, bu elektriğin yanmasında senin de hissen var, yaşasın."
Sevinçten gözlerimiz yaşarmıştı. Müdürümüz bir tümseğe çıktı. Birkaç kelimeyle başarımızı tebrik etti.
Her nokta koyuşta "sağool!" diye bağırıyorduk..

Şimdi, dedi, depomuza su dolacak, banyoyu yakacağız.
Yıkanın ve çalışıp başarmış insanların huzuru içinde uyuyun.
İşte gördünüz, inanarak çalışan yapar! Amacına ulaşır!
Bu heyecanla çalışmaya devam edersek, biz Türkiye'yi de yükseltebiliriz!
- Yükselteceğiz!, diye bağırdık.
Bayramda çalışırız bayramlar için!
-Bayramda çalışırız bayramlar için!
İçeri girdik, musluklardan şarıl şarıl sular akıyordu. Birbirimizi tebrik ediyorduk
“Unutulmaz bir bayramdı."