31 Aralık 2017 Pazar

AYDOS KALESİ TURİZME AÇILACAKMIŞ TEMENNİM BETON VE ASFALT YOLLARLA 1 NCİ DERECE DOĞAL SİT ALANI OLAN BÖLGEYİ AĞAÇLARI KESEREK MAHVETMEZLER 


1. derece arkeolojik ve doğal sit olma özelliği olan Aydos Kalesi ve çevresi B tipi mesire yeri olarak Aydos Kalesi'nin turizme açılması projesi kapsamında gerekli izinler alınarak alanda küçük bir müze oluşturulmasını da planlıyorlarmış..

İstanbul’un fethinin başladığı yer olarak bilinen Sultanbeyli yakınındaki Bizans’tan kalma Aydos Kalesi’nde 7 yıldır süren kazılarda tarih fışkırdı. 3 nefli kilise, su sarnıçları, mezarlar, en az 800 yıllık karbonlaşmış buğday ve bakla ile toprak kapların bulunduğu kale turizme açılacak.

Bizans’tan kalma Aydos Kalesi’nin sırrı gün ışığına çıktı

Bizans’tan kalma önemli eserlerden olan ve İstanbul’un fethinin başladığı yer olarak da bilinen 325 metre yüksekliğinde bir tepeye kurulu Aydos Kalesi’nde 2010 yılında başlayan kazı çalışmalarında sona gelindi. 

.
Tarihi Aydos Kalesinin restorasyonunda sona yaklaşıldı

Doğu Roma İmparatorluğu döneminde 11 ve 12. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen Aydos Kalesi, stratejik konumu sayesinde önemli bir işlev gördü. Osmanlı Padişahı Orhan Gazi, kalenin alınması için Abdurrahman Gazi, Akça Koca ve Konur Alp'i görevlendirdi. Önce Samandıra kalesini ele geçiren Osmanlı kuvvetleri, daha sonra Aydos Kalesi'ni kuşattı.
Kalenin fethine ilişkin Osmanlı tarihçisi Aşık Paşazade'nin aktardığı aşk hikayesi şöyle:
"Kale tekfurunun adı verilmeyen kızı, rüyasında bir çukura düşmüşken kendisini kurtaran bir genç görür. Ona aşık olur. Yerleşimi kuşatan Osmanlı askerlerinin başında Abdurrahman Gazi'nin yüzünü görünce rüyasındaki kahraman olduğunu hatırlar ve kaleyi onlara teslim edeceğini bildiren bir notla birlikte askerlere bir taş atar. Kaleyi kuşatan askerlerin başında olan Abdurrahman Gazi'ye sahte bir geri çekilme yapmalarını, sonra gece bir baskın ile geri gelmelerini, kendisinin onları içeri alacağını söyler. Bunun üzerine Osmanlı ordusu geri çekiliyormuş izlenimi yaratarak uzaklaşır. Kaledekiler de Osmanlı askerlerinin kaçtığını düşünür. Gece tekrar dönen Osmanlı ordusu Komutanı Abdurrahman Gazi, tekfurun kızı tarafından içeri alınır, daha sonra kale kapıları açılarak Osmanlı askerleri kaleyi ele geçirir. Tekfur kızı ile Osmanlı Komutanı Abdurrahman Gazi arasında geçen bu aşk daha sonra mutlu bir şekilde sonlanır ve bir de çocukları olur."
Bu şekilde kaleyi bütün zenginlikleriyle ele geçiren Osmanlılar, 1328'den itibaren bölgenin de hakimi oldu. Abdurrahman Gazi de "Aydos Fatihi" olarak anılmaya başlandı.
İzmit'in fethinden sonra çok beğendiği bu şehre yerleşen Orhan Gazi'nin Aydos Kalesi'ni ihtiyaç kalmadığı için yıktırdı.
.

‘KİLİSE ORTAYA ÇIKTI’
Kale, bitki örtüsüyle tamamen kapanmış durumdaydı. Önce iç ve dış surları belirgin hale getirildi. Kale içinde yaşayan insanların su ihtiyacını karşılayan 2 adet su sarnıcı ve yerleşim yerlerine su taşınmasını sağlayan kanalları var dı. Su sistemlerinin tümü, kalenin diğer yapılarında olduğu gibi ana kayaya oturtularak yapılmış



kazılar sonrasında 3 nefli kilise ve bitişiğinde başka yapıların da bulunduğu bir yapının ortaya çıkarılmış Yapı, kalenin en üst noktasında, orta bölümde, doğu-batı doğrultulu, yerel taş ve yassı tuğla örgülü, horasan harç bağlayıcılı 20x13.50 metre boyutlarında bir kilise. Doğu uçtaki küçük odaların kalıntıları. Bu küçük mekanlar, ayinlerle ilgili objelerin muhafaza edildiği odaları var.Kalenin doğu kısmında horasan harcıyla yapılmış 3 odacık var. Bizans döneminde silo olarak kullanıldığı belirlenen dikdörtgen planlı odacıklarda, yoğun miktarda karbonlaşmış buğday ve baklagil kalıntısı bulunmuş.. 


‘KALENİN 3 KAPISI VAR’
İç surun güneyinde, doğusunda ve batısında olmak üzere toplam 3 kapı var Güneydoğudaki kapı daha özenli olarak inşa edildiği için burası ana kapı . Kalede, güneydoğu-kuzeybatı doğrultulu bir mezar da var. Basit gömü şeklinde yapılan mezarda, sırtüstü yatırılmış olan iskeletin kafasının her iki yanının büyük taşlar var Kazı çalışmalarında çok sayıda küçük buluntu elde edilmiş. Kalenin yapım ve kullanım dönemi 11-14. yüzyıllar arasında olsa da Erken Bizans dönemine ait devşirme mermer mimari parçalar ile damgalı tuğla parçaları da bulunmuş. Küçük buluntuların çoğu 13-14. yüzyıllara ait sırlı, sırsız kap ve kap parçaları. Üzerinde aziz büstleri betimlenmiş bronz haç biçimli röliker ve 11-13. yüzyıllara tarihlendirilen demir anahtar, önemli buluntular var

Kalede bulunan aziz tasvirli röliker şeklinde ‘tören haçı’
‘TURİZME KAZANDIRILACAK’
Kazılarda, 11-14. yüzyıllardan kalan bronz sikke ile 4 adet 1226-1270 yıllarına tarihlenen Fransa Krallığı’na ait billion (gümüş-bronz alaşımı) sikke elde edildiği de öğrenildi. Sikkelerden birinin Fransa Kralı IX. Louis’ye (1226-1270) ait olduğu anlaşıldı. Sikkelerin tarihlerinin İstanbul’un Latinler tarafından işgal (1204-1261) tarihi içinde yer alması, bu eserlerin kaleye Latinler tarafından getirildiği ve kalenin Latinler tarafından işgale uğradığına işaret ediyor.
11-14. Yüzyıla ait bulunan tarihi eserler
Mevcut durumda kale ve çevresiyle ilgili çevre düzenleme çalışmaları yürütülmektedir. Orman kanunu ve ilgili mevzuat, Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu ve ilgili mevzuat sınırları kapsamında, koruma kullanma ilkesi benimsenerek, 1. derece arkeolojik ve doğal sit olma özelliği dikkate alınarak Aydos Kalesi ve çevresi B tipi mesire yeri olarak planlanıyor. Kaleden çıkarılan eserler, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü'nce kayıt altına alınarak, kurum deposunda muhafaza ediliyor. 27 Kasım'da İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğünde Aydos Kalesi ve Arkeolojik Kazıları semineri yapıldı, 'Aydos Kalesi Bulguları' sergisinde çıkan eserler sergilendi. Aydos Kalesi'nin turizme açılması projesi kapsamında gerekli izinler alınarak alanda küçük bir müze oluşturulmasını da planlıyorlarmış..

9 Kasım 2017 Perşembe

Unutmayacağız... 🌷 💕 Unutturmayacağız... 😍😍 💕 🌷
Büyük zorluklarla kurduğun Cumhuriyet'i kaderine terk etmeyeceğiz...
Kuzeyden,
güneye, doğudan, batıya tek vücut halinde
aziz hatıran önünde saygı ile eğiliyoruz...
😍🙋
Rahat uyu ebedi istirahatgahında...
🍃 .  
Dünya varoldukça bu millet seni asla unutmayacak ..
İzindeyiz
🙏😍🙋

57 yıllık yaşam sürdüğü bu hayatta ki ömrüne
11 ️savaş 💥24 madalya🎖️ 7 🏅nişan 13📚 kitap yazmış 3 bin 997 kitap okumuş
50 bin kişilik ordu ile  yürekten inançli kazım karabekir paşa,fevzi çakmak paşa başta olmak nice vatansever subay ve asker ile adını Türkiye Cumhuriyeti dediği  bir ülke ve milyonlarca özgür insan
👥.bırakan var mı?

Bir 10 Kasım daha geldi … 💕 Atatürk 79 yıl önce ayrıldı aramızdan. Atatürk, 4 yıl “bağımsızlık savaşı”, 15 yıl “uygarlık savaşı”; sadece 19 yılda emperyalizmi ve geri kalmışlığı yenerek “tam bağımsız”ve “çağdaş” bir Cumhuriyet kurmayı başaran Dünya daki tek liderdir.
Atatürk'ün 19 yılda kurduğu bu Cumhuriyet, Atatürk sonrasında gelen her hükümet ve parti yönetimleri 79 yıldır Atatürk'ün mirasını tükettiler Hepsini yazıldı çizildi defalarca özelletirme adı altında tüm kurumlarla birlikte fabrikalar,tesisler,limanlar,tarım ve gıda koperatifler,birlikle say say bitmiyor.Dahası, bir taraftan onun mirasını tüketirken, diğer taraftan, vefasız mirasyediler gibi, her fırsatta ona saldıranları görüyoruz.
Benim düşüncem günü gün etmek isteyen bir takım çıkar çevreleri gözü doymayan haris insanların geçmişde anlatılan hurafelerle bu topraklarda Atatürk düşmanlığının koyu bir cehaletten veya derin bir ihanetten beslendiğini düşünüyorum.
“Bu topraklarda Atatürk'ü ve eserini gerçekten tanıyan namuslu birinin, eğer ihanet içinde değilse, Atatürk'e düşman olabilmesi olanaksızdır” diyorum
Atatürk cumhuriyeti kurduğu zaman "asıl yapacaklarımız şimdi başlıyor" demiş.
O zamanlar Türkiye'de "Atatürk'e inanan ve onun devrimlerini destekleyen çok az bir kitle vardı. Hem de ülkenin eğitim seviyesi çok düşüktü ve savaştan çıkmış ülkenin ekonomik durumu çok daha kötüydü. Bu gün o günlerin modern bir kopyasını yaşıyoruz ekonomik ve bölgesel yer savaşları içiiçe girmiş ihanetler ve suistimaller aynen devam ediyor ülkemiz de bazı iler yolunda gitmiyor diye sakın hiç kimse umutsuzluğa kapılmasın, güzel günler yaklaşıyor...
Mustafa Kemal ATATÜRK "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır (sonsuza kadar yaşayacaktır)" demiş.
Atatürk'ün her sözü doğru çıkar çünkü; Atatürk’ten daha zeki, bilgili ve deneyimli bir yönetici ve vizyon sahibi komutan-lider-önder henüz dünyaya gelmemiştir. Şimdi ise, " eğitim seviyesi çok yüksek ve bilinçli bir halkımız ve gençlerimiz var onlar sahip çıkacaktır Atatürk’ün fikirlerine ve önerilerine

Var ol Atatürk! Sağ ol Atatürk! 💕
Zira senin varlığın, senin yolundan giden ve gidecek olanlarla yine yerindedir, sağlığın ise sapasağlam, bıraktığın milletimin sağlam bünyesidir.”
👫
 Çünkü! Dünyanın bile gıpta ile baktığı ve yaşadığı yıllarda önünde saygılı ile eğildiği fikirleri ile yaşantısı ile uygulamaları ile Dünya kurulduğundan beri böyle bir devlet adamı komutan ve lider özelliklerin taşıyan dünya da ender olarak yetişmiştir gözümüz ve kılavuzumuz onun ilke ve inkilapları olacaktır .çünkü onların en büyüğüdür;
🌟 Mustafa Kemal ATATÜRK’e❤❤❤

Son Kasıma kadar İzindeyiz unutmadık ve unutturmayacağız seni.. 👫 ❤❤️ATATÜRK🇹🇷🐞

Nkonya






2 Ekim 2017 Pazartesi




KÜLTÜR EMPERYALİZMİN İSTEDİKLERİ,TÜRKÇE NİN YERİNE ARAPLARIN DİLİNİ TÜRKİYE NİN ANA DİLİ HALİNE GETİRMEK
İSTEDİKLERİ OSMANLI DA OLDUĞU GİBİ OY DEPOSU HALİNE GETİRDİKLERİ HALKIN BİR KESİMİNİ NE YAPTIKLARINI NE SÖYLEDİKLERİNİ ANLAMASINLAR !!




TEOG, doğru dediler şimdi yanlış diyorlar…
Ders kitaplarından şikayet var yanlış yaptık , diyorlar…
Üniversite sınavları, yanlış yaptık diyorlar…
Eğitimde hata yaptık, diyorlar…
Türkçe yi ağızlarına almak istemiyorlar

75'inci yılını kutlayan “Dil Bayramı”, kuru bir mesajla geçiştiriyorlar. Tek etkinlik düzenlemediler. Niye?

Tarih: 12 Temmuz 1932.

Atatürk, Türk Dili Tetkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu) kurdu. Amacı, “Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini ortaya çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek” idi.

Atatürk entelektüeldi; Türk dili üzerindeki yerli ve yabancı araştırmaları inceleyen bir devlet adamıydı. Dönemindeki dil uzmanlarını Türk dili üzerinde araştırma yapmaya yönlendirdi.

Neler yapmadı ki? Örneğin…

Türk dilinin en eski anıtları olan Göktürk yazılı metinlerin ilk iki cildi onun sağlığında yayımlandı. Divânu Lügati't-Türk ve Kutadgu Bilig gibi yapıtlar üzerine onun sağlığında çalışılmaya başlandı.

13. yüzyılda başlayarak Türkçe'nin taranması ve Anadolu ağızlarında kullanılan kelimelerin derlenmesiyle oluşturulan -birçok cilt halinde yayımlanan- “Tarama ve Derleme Sözlüğü” çalışmalarına başlandı. Evet…

Çağdaş Türkçenin dilbilgisi, sözlüğü, yazımı ve terimleriyle ilgili çalışmaların öncüsü Atatürk idi. Her 26 Eylül'de Türkçe'ye katkıda bulunanlara ödül verilirdi…

50 yıl sonra…

12 Eylül faşist darbesi tarafından dil kurumu kapatıldı.

KÜLTÜR EMPERYALİZMİ

Sadece 12 Eylül darbesi değil…

Sadece AKP değil…

Demokrat Parti 1951'deki bütçe görüşmeleri sırasında dil kurumunun ödeneğinin kesilmesine karar verildi. Şaşırmayınız… ABD emperyalizminin Türkiye'yi “işgale” başladığı dönemdi.

Şunu da eklemem lazım:

Kültür emperyalizminden sol da etkilendi.

Özellikle 1960'larda dil/Türkçe üzerinde özenle duran sol kuşağın kimi ardılları bambaşka yerlere savruldu.

Türk adına düşman oldular.

Türkçe adını duymak istemediler.

Bunları telaffuz edenlere ulusal faşist dediler!

Bu zavallı köksüzler emperyalizmin gölgesine kadar savruldu.

Ama…

Devrimciliği bulandırmayanlar oldu/olacak.

İşte… Yazar Kaan Arslanoğlu…

Atatürk'ün ortaya çıkardığı “Güneş Dil Teorisi”ne hep merak duydum. Hatta, Hürriyet gazetesinde pazar yazısı kaleme aldım. (26 Aralık 2010)

Bu sebeple Kaan Arslanoğlu'nun dil araştırmaları ilgimi çekti. Önceleri “Güneş Dil Teorisi”ni destekleyen makalelerini mahcubiyetle “Tülay Yılmaz” imzasıyla yazıyordu!

Ve sonunda Kaan Arslanoğlu, (İlknur Arslanoğlu ve Arif Yavuz Aksoy ile) “Güneş-Dil Kuramı ve İlk Güneş- Dil Sözlüğü” kitabını çıkardı.

Arslanoğlu şöyle diyor:

“Bir bilim insanı, bir aydın her şeyden önce dürüst olmak zorundadır… Ne araştırıp ne bulmuş isek kitap bu. Gördük ki Türkçe tarihin en eski kök dillerinden biri. Binlerce yıl önceden başka dillere binlerce yapı, binlerce kök sözcük vermiş. Bu anlamda Güneş Dil kuramı özü bakımından doğru bir kuram.”

İSTEDİKLERİ, ARAPÇA

Yazar Arslanoğlu çalışmaya nasıl başladı:

“İngilizce sözcüklerden birçoğunun bugünkü Türkçe sözcüklerle tuhaf biçimde benzeştiğini on yıllardır görür, eş dostla eğlenceli muhabbetler yapardık. Güneş Dil Teorisi'de o vesileyle dalga geçtiğimiz bir antikaydı. Ne zamanki İlknur Arslanoğlu Tıp Dilinde Türkçe Sorunu adlı ayrıntılı kaynak çalışmasına başladı ve… ‘able'in ‘yapabilme'yle ‘reader'in ‘yapar, eder'deki ‘r' ile, ‘readed'in ‘yapıldı'daki ‘ed' ekiyle, yani düpedüz Türkçe çakışmayla karşılaştık…”

Zaman Atatürk'ü haklı çıkarıyordu: “Türkçe dünyadaki en eski dilerden biridir, hatta en eski dildir ve dünya'daki diğer dilerin pek çoğu Türkçe'den doğmuştur.”

Bu tez, Batı'nın bizlere ezberlettiğine haklı olarak karşı çıkıyor.

Kuşkusuz Arslanoğlu vd. dil uzmanı değil. Ancak…

Halil İnalcık, Vecihe Hatipoğlu gibi bilim insanları da bu görüşte. Örneğin… Washington Üniversitesi dil alanlarında çalışan, “Türk Dilinin Yaşı Meselesi” üzerine ömrünü adamış Prof. Osman Nedim Tuna şöyle diyor:

“Altay Dilleri Teorisi adlı çalışmamda, Türk dilinin arkelogy ve glottochronology araştırmalarından hareketle ileri sürdüğüm yaşı en pinti hesaplara göre 8 bin 500'dür. Ana Türkçeden ana Doğu ve Batı Türkçesine kadar geçen zamanı da hesaba katarsak bu devreden zamanımıza kadar geçen 5 bin 500 yılın ikiye katlanması mümkündür.”

Bakınız…

Türk dil ailesi 41 dil ve lehçeden oluşur. Bunlardan bugünkü Türkiye Türkçesi ve Osmanlı Türkçesini çıkarırsak geriye kalan 39 dil ve lehçe Türkçe'nin en saf versiyonlarıdır.

Bunlar unutturulmak isteniyor.
Bunlardan bu günkü Türkiye Türkçesini ve Osmanlı Türkçesini çıkarırsak geriye kalan 39 dil ve lehçe Türkçe'nin en saf versiyonlarıdır.
İşte Türkçe yi bu yüzden unutturmak istiyorlar
Tek istedikleri Arapça nın ana dil olması
Alıntı
Soner Yalçın..







arapca



İlgili resim


İslam uleması arasında cennet dilinin Arapça olduğu, peygamber Muhammed’in konuştuğu dil Arapça olunca, cennet dilinin de Arapça olacağı, bu anlamda Hz. Adem’in de yeryüzüne indirilmeden önce cennette bulunduğu zamanlar Arapça olarak konuştuğu, dolayısıyla Hz.Adem ile Hz. Havva’nın Dünyada da Arapça konuştukları, bunun yanı sıra Adem’e Arapça yazı yazmanın öğretildiği, hatta Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. İsmail, Hz. Salih, Hz. Şuayb gibi peygamberlerin de Arapça dilinde konuştuklarına dair yüzyıllardır süregelen anlayış İmam Münâvî’nin “Feyzu’l-Kadîr” isimli hadis kitaplarına veya Mevâhib-i Ledünniye’de İmam Kastalânî’nin hadis sözlerine dayandırılır. Buna göre Arapça Adem ve Havva’dan beri insanlığın başlangıç dili olup diğer diller sonradan meydana gelmiştir.

[B]ARAP ALFABESİNİN KÖKENLERİ[/B]

Arap alfabesi tarihsel oluşum süreci boyunca çok sayıda değişimler geçirmiştir. Arap alfabesinin aslen Aramice alfabesinin bir varyantı olan ve Fenike alfabesinden evrilen Nebati alfabesinden evrildiği düşünülmektedir. Diğer taraftan Fenike alfabesinden İbranice ve Yunan alfabesi, bunlardan da daha sonra Kiril ve Latin alfabesi ortaya çıkmıştır.

Aşağıda sunulan tablo Aramice orijinalinden başlayarak Nebati ve Süryanice biçimlerine doğru harflerin değişimin göstermektedir.

[IMG]https://dijitalkoleksiyon.files.wordpress.com/2013/10/arapca.jpg[/IMG]

Tarihsel süreçler de göz önüne alındığında Arap alfabesinin Nebati alfabesinden gelişmiş olduğu görülüyor.

[LIST]
[*]M.Ö. 5. ve 6. yy’da kuzeyde yaşayan Sami kabileler göç ederek bugünkü Ürdün’de Petra şehrinde bir Krallık kurdular. Bir oymak olan Nabu kabilesinin isminden dolayı Nebatiler olarak adlandırılan bu kabileler olasılıkla Arapça’nın bir formunu konuşuyorlardı.
[/LIST]

[LIST]
[*]Bilinen ilk Nebati yazılı metinleri, M.S. 2 yy’da Aramice konuşma dilinde ama bazı Arapça özelliklere sahip olarak ortaya çıktı (Aramice bu dönemde yaygın olarak konuşulan bir ticaret dilidir). Nebatiler konuştukları dilde yazmıyorlardı. Bunun yerine Aramice’nin bir şekli olan ve sürekli geliştirilen bir alfabe ile yazıyorlardı. Bundan da iki farklı form oluştu: bunlardan birisi öncelikle anıtsal yazıtlar için kullanmak üzere geliştirildi. Bu ilk forma anıtsal Nebatice de denilir. Diğer form ise daha ziyade papirüs üzerinde daha hızlı ve daha kolay yazabilmek için papirüse uyarlanan bir el yazısı şekliydi. Bu papirüs el yazısı formu anıtsal yazı formunu giderek daha çok etkilemiş ve yavaş yavaş Arap alfabesine dönüşmüştür.
[/LIST]

[B]İSLAM ÖNCESİ YAZITLAR[/B]

Bilinen ilk Arapça yazıtlar M.S. 512’ye aittir. Bulunan en eski parça Yunanca, Süryanice ve Arapça olmak üzere 3 ayrı dilde birden yazılmış olup [URL=”http://www.geographic.org/geographic_names/name.php?uni=-5083312&fid=5991&c=syria”%5DBi’r az Zabad[/URL]’da Suriye’de bulunmuştur.

Arap alfabesinin bu versiyonu 28 farklı ses birimini (phoneme) yazabilmek için sadece 15 farklı yazı birimine (gramafeme) sahip olan 22 harfli bir alfabeydi (bakınız yukarıdaki tablo). Her ne kadar İslam öncesi Arapça yazıtlardan yeterli sayıda buluntular günümüze kadar kalabilmişse de bu yazıtlardan ancak çok azı gerçekte Arap alfabesinde yazılmıştır. Bunlardan bazıları Arapça veya diğer akraba dillere ait alfabelerle yazılmıştır.

[LIST]
[*]Kuzeyde Thamudi, Lihyani ve Safai yazıtlarında
[/LIST]
[LIST]
[*]Aramice ve Arapça dilinde ama Nebatice alfabesiyle yazılmış yazıtlarda
[/LIST]
[LIST]
[*]Süryanice gibi başka bir dildeki alfabeyle
[/LIST]
[LIST]
[*]İslam öncesi Arapça dilinde ve Arapça alfabeyle yazılmış yazıtlarda, ki bunlardan sadece çok az vardır ve 5 tanesi kesindir. Bu yazıtlar genelikle birden fazla harfler tek bir yazı birimine (gramaphem) denk geldiği ve ses birimlerini (phoneme) ayırt eden noktalamalar kullanılmadığı için tercüme edilmelerini zor olan metinlerdir.
[/LIST]

Aşağıdaki tablo Arap alfabesinin başlangıcını açıklayan Arapça ve Nebatice yazıtların bir listesini göstermektedir



arapça tarihi devirleri ile ilgili görsel sonucu


arapça tarihi devirleri ile ilgili görsel sonucu


türkçenin tarihi devirleri ile ilgili görsel sonucu


TÜRK DİLİNİN TARİHİ DÖNEMLERİ


 Dil tarihi uzmanları, Türk dilinin tarihî gelişimini dönemlere ayırırken metinlerle takip edilen dönemden öncesi için birbirinden az çok farklı ayrımlar ve adlandırmalar yaparlar. Bu farklılıkları bir kenara bırakarak Türk dilinin tarihî dönemlerini şöyle özetleyebiliriz:


1. Altay Dil Birliği Dönemi: Türk-Moğol dil birliği de denilen bu çağ tamamen farazi (varsayım) ve karanlıktır. Bu çağ ancak Altay dillerinin akrabalığıyla ilgili teoriyi kabul edenlerce düşünülebilir. Bu çağ, Türkçenin, Moğolcanın, Mançu-Tunguzcanın ve diğer Altay dillerinin henüz teşekkül etmeden önce ortak dil olarak (ANA ALTAYCA) yaşadıkları varsayılan bir dönemdir. Bu dönem tarihin karanlık dönemlerini içine almaktadır. Türkçenin Altay dillerinden (Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Korece, Japonca) henüz ayrılmadığı karanlık bir dönem olarak değerlendirilir.


2. En Eski Türkçe Dönemi: Türkçenin bağımsız bir dil olarak ana Altaycadan ayrıldığı dönem olarak kabul edilmektedir. Bu devreye Türk-Çuvaş dil birliği dönemi veya Proto Türkçe (Ön Türkçe) dönemi de denilmektedir. Bu dönemle ilgili kesin bir tarih söylemek mümkün değildir. Bazı değerlendirmeler bu dönemi MÖ 8000’li yıllara götürmektedir.

        

3. İlk Türkçe Dönemi: Metinlerle olmasa bile Türklüklerinde ittifak edilen kavimlerin veya Türk boylarının dillerini içine alan dönemdir. “hükümdar ve yer adları, yabancı kaynaklarda geçen kelime ve özel adlarla belirlenen Hun Avar, Hazar, Bulgar vb. Türk kavimlerinin dillerini yani bu Türk lehçelerini buraya sokabiliriz. Türkologlar bu dönemde Türk dilini Batı Türkçesi ve Doğu Türkçesi diye iki bölüme ayırmakta; atı Türkçesi ile bugünkü “Çuvaşça”nın temli olan Bulgar Türkçesini, Doğu Türkçesiyle de Çuvaşça dışındaki diğer tüm Türk dillerinin temelini almaktadırlar. Hun, Avar, Hazar, Bulgar dillerinin Türkçeden henüz ayrılmadığı dönem olarak gösterilir.

         Türkçenin karanlık çağlarına ait dönemleri ana hatlarıyla bu şekildedir. Bundan sonraki dönemlere ait metinler, yazılı kaynaklar olduğu için dilimizin tarihî gelişimi sağlıklı bir şekilde izlenebilmektedir. Türkçenin metinlerle takip edilebilen bu dönemleri sırasıyla şöyledir:


4. Eski Türkçe Devri (7-11. yy): Türk yazı dilinin tarihi metinlerle takip edilebilen ilk dönemidir. Bu dönem Köktürk ve Uygur devresi olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bazı bilim adamları Köktürkçe ve Uygurcanın İslami tesir altında gelişen devamı olan “Karahanlı Türkçesi”ni de bu devirde göstermektedir.


5. Orta Türkçe Devri (11-16 yy):Türk milletinin devlet dini olarak İslamiyeti kabulüyle başlattığımız bir devredir. Bu devrede İslam kültür ve medeniyetiyle ilgili ilk eserler verilmeye başlanmıştır. Bu dönemin başında dil, Eski Türkçenin özelliklerini büyük ölçüde korumaktadır. Bu devir; “…Eskiden nispeten toplu bir halde bulunan ve bir yazı dil geleneğini sürdüren Türk boylarının birbirinden ayrılarak uzak bölgelerde kendi şivelerini yazı dili olarak oluşturmaya başladıkları bir çağdır. Ana yurtta kalan “halis Türkçe” ile Oğuz ve Kıpçak lehçeleri yazı dili olarak bu devirde ayrılmış ve kendi eserlerini vermeğe başlamıştır.

 A. Müşterek Orta Asya Türkçesi
      a) Karahanlı Türkçesi
      b) Harezm Türkçesi

B. Kuzey-Doğu Türkçesi
     a) Kuzey Türkçesi
     b) Doğu Türkçesi

C. Batı Türkçesi
     a. Eski Türkiye Türkçesi (Eski Anadolu Türkçesi)
     



6. Yeni Türkçe Devri (16-20.yy:)Osmanlı, Azeri, Türkmen, Çağatay, Özbek edebiyatlarının dili bu döneme girer. Orta Türkçe çağında karşımıza çıkan Türk şivelerinin edebiyatlarının bu devirde gelişerek devam ettiğini görmekteyiz.  Bir başka deyişle Orta Türkçe dönemini Türk şivelerinin teşekkül ettiği dönem, Yeni Türkçe dönemini de bu şivelerle meydana getirilen edebiyatların geliştiği dönem olarak nitelendirebiliriz.


YENİ TÜRKÇE DÖNEMİ
Osmanlı Türkçesi


7. Modern Türkçe Devri (20. yy ve sonrası):İçinde yaşadığımız devrin Türk lehçe, şive ve ağızlarını içine alan dönemdir.


MODERN TÜRKÇE DÖNEMİ
Türkiye Türkçesi

1. ESKİ TÜRKÇE DÖNEMİ (7–11. yüzyıllar arası)

            Türkçenin yazılı belgelerle takip edilen ilk dönemi olup 11. yüzyıla kadar olan zamanı içine alır. Türkçenin bütün dönemleri hesaba katıldığında hem ses ve biçim bilgisi hem de söz varlığı bakımından en saf ve duru dönemidir. Dilin gramer özelliklerini, tarihî gelişimini tespit için düzenli ve bol metinlerin olduğu bu dönemde bütün Türkler, Türkçenin bu ilk yazı dilini kullanmışlardır. Eski Türkçe dönemine ait metinler; Köktürk, Uygur metinleri olarak iki grupta toplanır:


a) Köktürk metinleri

            Köktürklerin kendi icadı olan Köktürk alfabesiyle taşlar (bengü taşlar) üzerine yazılan metinlerdir. Bir kısmı çeşitli albüm ve dergilerde tanıtılan, bir kısmı ise henüz yayınlanmamış irili ufaklı bu metinlerin sayısı 250’den fazladır. Bengü taşların en meşhurları Kül Tigin, Bilge Kağan, Tonyukuk adına diktirilen ve Köktürk Yazıtları (Orhun Abideleri) adıyla bilinenlerdir. Metin itibariyle daha uzun ve kapsamlı olan bu yazıtlar dışında Köktürk çağına ait diğer bengü taşlar şunlardır: Çoyrın, Hoytu Tamir, Nalayha, Talas, Hangiday, İhe-Nûr, Köl İç Çor (İheHuşotu), İşbara Tamgan Tarkan (Ongin), Altun Tamgan Tarkan (İhe-Aşete), Mahan Kağan (Bugut).

Bunlardan “Çoyrın bengü taşının 687-692 yılları arasında dikildiği tahmin edilmektedir. Bu tahmin doğruysa altı satırlık bu taş, Türkçe yazılmış olan ve Köktürk harflerinin kullanılmış bulunduğu ilk metin olmaktadır.”[1] Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar dikkatlerin yeni bir malzeme üzerinde toplanmasına sebep olmuştur: Kazakistan’da Esik kurganından çıkan bakır tas üzerindeki Köktürk işaretli kısa yazının okunuşu doğrulanırsa Türk yazı dilinin belgeleri Çoyrın bengü taşından 1200 yıl kadar daha önceye gidecek demektir.


İleri bir tarihte belki yeni malzemeler ortaya çıkabilir. Ancak bugün itibariyle bu döneme ait en önemli belgeler hiç şüphesiz Köktürk Yazıtlarıdır. Bu yazıtların bulunması ve yazısının 1893’te Danimarkalı V. Thomsen tarafından çözülerek okunması, Türk dili araştırmaları için dönüm noktasıdır.

ORHUN ABİDELERİ                                                                              Prof. Dr. Muharrem Ergin                                                                       
Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin.
İlk Türk tarihi. Taşlar üzerine yazılmış tarih.
Türk devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması.
Devletle milletin karşılıklı vazifeleri.
Türk nizamının, Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası.
Türk askeri dehasının, Türk askerlik san’atının esasları.
Türk gururun ilahi yüksekliği
Türk feragat ve faziletinin büyük örneği.
Türk içtimai hayatının ulvi tablosu.
Türk edebiyatının ilk şaheseri.
Türk hitabet sanatının erişilmez şaheseri. Hükümdarane eda ve ihtişamla hitap tarzı.
Yalın ve keskin üslubun şaşırtıcı numunesi.
Türk milliyetçiliğinin temel kitabı.
Bir kavmi bir millet yapabilecek eser.
Asırlar içinden milli istikameti aydınlatan ışık.
Türk dilinin mübarek kaynağı.
Türk yazı dilinin ilk, fakat harikulade işlek örneği.
Türk yazı dilinin başlangıcını miladın ilk asırlarına çıkartan delil.
 Türk ordusunun kuruluşunu en az 1250 sene öteye götüren vesika.
Türklüğün en büyük iftihar vesilesi olan eser.
İnsanlık âleminin sosyal muhteva bakımından en mânalı mezar taşları.
Dünyanın bugün belki de en büyük meselesi olan çin hakkında 1250 sene evvelki Türk ikazı vs.
 Orhun Abidelerini vasıflandırmak isteyince, insanın zihninde işte bu gibi ifadeler sıralanmaktadır.
Orhun Abidelerinin bulunuşu insanlığın en büyük keşiflerinden biridir. Orhun (Göktürk) harfleri ile yazılı kitabelerden daha 12. asırda tarihçi Cüveynî Tarih-i Cihanküşa’sında bahsetmişti, ayrıca Çin kaynakları da çok eskiden bu abidelerin dikildiğini bildirmekteydi. Fakat 18 ve 19. asırlara kadar Orhun harfli yazılar ve abideler ilim âleminin meçhulü olarak kalmıştı. Önce Kırgızlara ait mezar taşlarından ibaret bulunan ve tek tük kelimelerle isimleri ihtiva eden Yenisey kitabeleri bulunmuştur. İlk defa nebatatçı Daniel Gottlieb Messerschmidt, kılavuzluğunu yapan Philipp Johan von Tabbert (Strahlenberg) ile birlikte 1721 yılında Yenisey vadisinde bu yazı ile yazılı bir taşı tespit etmiştir. Fakat Orhun harfli kitabelerin yolunu açan ve bu hususta ilim âleminin dikkatini çeken Philipp Johan von Tabbert (Strahlenberg) olmuştur. 1709’da Poltava muharebesinde esir düşen İsveçli subayı Ruslar Sibirya’ya sürmüşlerdir. Sürgünde 13 sene kalan ve Daniel Gottlieb Messerschmidt’e kılavuzluk ederek serbestçe gezip dolaştığı yerlerde incelemelerde bulunan Strahlenberg 1722’de vatanına döndükten sonra 1930’da araştırmalarının neticesini yayınlamış ve bu arada eserinde meçhul Yenisey kitabelerinden bahsederek bazılarını yayınlamıştır. Bu yayın derhal ilim âleminin dikkatini çekmiş ve Orhun Abidelerinden bir iki asır öncesine ait bulunan Yenisey kitabeleri arka arkaya bulunmaya başlamıştır. Nihayet 1889’da Rus bilgini Yadrintsev, sonradan Kül Tigin ve Bilge Kağan abideleri olduğu anlaşılan Orhun Kitabelerini bulmuş, bunun üzerine 1890’da Heikel’in başkanlığında, bir Fin, 1891’de de Radloff’un başkanlığında bir Rus ilmi sefer heyeti mahalline gönderilmiştir. Her iki sefer heyeti de abideleri yakından tetkik etmiş ve fotoğraflarını alarak dönmüştür. Fin heyeti getirdiği mükemmel fotoğrafları Avrupa ilim merkezlerine dağıtmış, öte yandan hem Fin heyeti hem de Radloff getirdikleri malzemenin fotoğraflarını büyük atlaslar halinde neşretmişlerdir. Bu atlas yayınları ile abidelerin okunması çalışmaları hızlanmış ve daha başka yazıları da çözmüş bulunan Danimarkalı büyük alim Vilhelm Thomsen, kısa bir zaman sonra, 1893’te Orhun yazısını çözmeye muvaffak olmuştur. Önce abidelerde çok geçen tengri, Türk, Kül Tigin kelimelerini çözen Thomsen, sonra bütün abideleri okumuş ve böylece Türk milletinin ebedi minnettarlığına mazhar olmuştur.
Artık bu çözümden sonra bir yandan Thomsen, bir yandan Radloff abidelerin metni ve tercümeleri üzerinde adeta yarışa girmişler, bunu diğer alimler takip etmiş ve zamanımıza kadar bu büyük Türk abideleri elden düşmemiştir.
Amerika’dan Japonya’ya kadar Avrupa’da ve medeni alemde hemen hemen her dilde bu abideler üzerinde araştırmalar yapılmış, 6 tanesi büyük olan Orhun harfli yeni kitabeler ve metinler bulunmuş, neşirler birbirini kovalamıştır. Son olarak genç Türk alimi Talat Tekin Amerika’da Orhun Türkçesinin mükemmel bir gramerini ve kitabelerin yeni bir neşrini yapmıştır.
Bugün, Orhun kitabeleri üzerinde yapılan araştırmaların adları bile bir kitap teşkil eder.
Türk çocukları 1276 yıl evvelki Türkçeyi bu metinlerden takip edebileceklerdir. 
Uygurlar

Doğu Türkistan Orta Asya'nın orta bölümünde yer alan Türkistan'ın doğu kesimidir.

Doğu'da Çin ve Moğolistan, kuzeyde Batı Türkistan, batıda Batı Türkistan ile Afganistan, güneyde Keşmir ve Tibet ile çevrilmektedir. Doğu Türkistan'ın büyük bölümü Karakoram, Tanrı Dağları, Tarbagatay ve Altay sıradağları ve Taklamakan Çölü ile kaplıdır. Bu bölgede büyük ölçüde 8 milyon Uygurlar, bir Müslüman Türkçe konuşan insanlar yaşar.[1]

Ortaçağ'da Orta Asya'da ileri bir uygarlık kuran Uygurlar, önceleri Kuzey Moğolistan'da yaşıyorlardı. Hun İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra Göktürklerin buyruğu altına girdiler. Sonra onlara karşı ayaklanarak bağımsız bir devlet kurdular (740). Diğer Türk boylarım da buyrukları altına alarak güçlendiler. Yüz yıl kadar Moğolistan'a egemen olan Uygurlar, Çinlilerle de ilişki kurdular.


IX. yüzyılın ortalarında Kırgızlarla Tibetlilerin saldırısına uğrayarak yıkılan Uygur Devleti ortadan kalkınca Uygurlar batıya göçtüler (840) ve dağınık küçük devletler kurdular. Sonunda bütün Uygurlar Cengiz Han zamanında Moğol egemenliğine bağlandılar. Böylece son Uygur Devleti de XIII. yy.ın başında ortadan kalktı (1212).


O zamandan beri bir daha bağımsız olamayan Uygurlar, bugün Çin'in kuzeybatısında Sinkiang eyaletinde Çin egemenliği altında yaşamaktadır.


Uygur Uygarlığı


Uygurlar sanat, yapı ve yönetim işlerinde ileriydiler. Bu alanlarda öteki Türk boylarına öncü olmuşlardı. Doğu Türkistan'da yapılan kazılarda bulunan eserler, Uygur sanat ve edebiyatının yüksek bir düzeye ulaştığını gösteren tanıtlardır. Uygurlar 14 harfli bir alfabe kullanırlardı. Bugünkü Moğol ve Mançu alfabeleri Uygur alfabesinden alınmadır. Gene bu kazılarda bulunan tahta harfler Uygurların VIII. yüzyılda kitap bastıklarını göstermektedir.


Uygurlar Buda dinine bağlıydılar. Mani dininden olanları da vardı. Uygurca yazıların çoğu bu dinlerle ilgilidir. Ama Müslümanlık Uygurlar arasında yayıldıktan sonra içlerinde bu dine bağlı bilim adamları da yetişti. Uygur fikir adamları Arapça ve Hintçe'den çeviriler yaptılar. Uygurlardan kalan en önemli eser Yusuf Has Hacip'in Kutadgu Bilig'idir.








b) Uygur metinleri

Köktürk devleti yıkıldıktan sonra tarih sahnesinde Uygurları görürüz. Yeni bir din arayışıyla Budizm’i benimseyen Uygurlar, Uygur yazısı ve Mani, Brahmi yazılarıyla taş ve kâğıt üzerine yazılmış çeşitli metinlerle kütük basması eserler bırakmışlardır. Doğu Türkistan’daki kazılarda ortaya çıkarılan yüzlerce sandık eserin çoğu, dinî nitelikli olmakla beraber aralarında tıp, falcılık, astronomi ve şiirle ilgili olanlar da vardır. En önemlileri şunlardır:


Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın): Çinceden çevrilen Sekiz Yükmek’te Burkancılığa ait dinî-ahlâkî inanışlar ve bazı pratik bilgiler vardır. Uygurlar arasında çok yayılan bu eser; kısa cümleleriyle, içten anlatımı ve zengin söz varlığıyla dikkati çeker.


Altun Yaruk (Altın Işık): Sıngku Seli Tutung tarafından Çinceden Uygurcaya çevrilen en hacimli sudurdur.  Burkancılığın temellerini, felsefesini ve Buda’nın menkıbelerini içerir. Bunlardan en meşhurları Şehzade ile Aç Pars Hikâyesi (Açlıktan ölmek üzere olan parsı kurtarmak için kendini feda eden şehzadenin hikâyesi), Dantipali Beğ hikâyesi (Maiyetindeki geyikleri kurtarmak için kendini feda eden geyikler beğini Dantipali Beğ öldürür ve korkunç alevler de Dantipali Beğ’i yutar.) ve Çaştani Beğ hikâyesi (Ülkesindeki insanlara hastalık ve bela getiren şeytanlarla Çaştani Beğ’in mücadelesi)dir.


Irk Bitig (Fal Kitabı): Köktürk yazısıyla yazılmış bir fal kitabıdır. Her biri ayrı fal olarak yazılan 65 paragraftan oluşur. Çeşitli inanışlar ve masal unsurlarının bulunduğu kitapta günlük dile ait pek çok kelime de vardır.


Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi (İyi Düşünceli Şehzade ile Kötü Düşünceli Şehzade): Burkancılığa ait bir menkıbenin hikâyesidir: İyi düşünceli şehzadenin bütün canlılara yardım etmek ve canlıların birbirlerini öldürmelerini engellemek için bir mücevheri elde etmek üzere yaptığı maceralı yolculuk anlatılır.


Bilim dili olarak ise Türkçe 9. yüzyılda Uygur döneminden itibaren gelişmeye başlamıştır. Uygar bir Türk toplumu olan Uygurlar pek çok bilim dalında eserler ortaya koymuşlar, kendi dillerine eserler çevirmişlerdir. Tıptan hukuka, sağlık bilimlerinden iktisada kadar pek çok konuda eser ortaya koymuşlar ve bu eserlerde Uygur Türkçesiyle türettikleri terimleri kullanmışlardır. Türkçenin bilim dili olarak tarihin derinliklerine uzandığını görmekteyiz.